80'li yıllar şiiri ölü doğan bir bebeğin güzelliğindedir, ruhtan aridir

Ayhan Kurt

Soruların başlığı 'Genç Şaire Sorular' olduğuna göre verilecek cevaplar gençliğe yakışan fütursuz bir ataklık içermeli. Ben de öyle yapacağım:

Logos Spermeticos! Şiir için bana kabul edilebilir görünen tek tanım bu. Doğumu kışkırtmayan, gebe bırakmayan şiir soysuzlaşır. Karasoylu bir şiirin talibi oldum hep. Hedefim, elbette karasoylu bir şiirin oğluna yaraşır bir biçimde yaşamak. Çünkü yol ağzında durup düşündüğüm, düşünüp kıvrandığım zamanlarda içi içine sığmaz bir coşkudan parmağını kıpırdatamaz bir bezginliğe, dünyayı ele geçirme arzusundan eylemsizliğin buruk dinginliğine alkolle, kahveyle, sigarayla; bomboş kan çağrısı yapılan odalarda, mürekkebin ve hokkanın ve divitin desteğiyle, geceler boyu evrene hayretle, insanlara öfkeyle bakarken, tökezleyip o geri dönülmez boşluğa düşmemi engelleyen, elimden tutan, saçımı okşayan, gözyaşlarımı silen hep şiir oldu. Benim için çok önemli bir şaire (elbette adını söylemeyeceğim) 19 yaşımdayken ilk şiirlerimden birini okuyup fikrini sorduğumda “Bu tarz şiir insanı ölüm döşeğinde bile yalnız bırakmaz” demişti. Tamam işte demiştim ben de, hayat da geniş bir ölüm döşeğinden ibaret değil mi? Şimdiye kadar hiç şiir çalışmadım. Şiir çalışmanın nasıl bir şey olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Ara sıra bugünlerde sıkı şekilde şiir çalıştığını söyleyen şairlerle karşılaşıyorum ve onların yüzüne şaşkınlıkla bakmaktan öte bir şey yapamıyorum. Bence şiirin kendilindenliği şiirin kendiliğidir. Benim yaptığım yalnızca, şiirin döllenmesi için kendimi uygun bir ortama dönüştürmekle sınırlı. Ondan sonra ne oluyor da şiir ortaya çıkıyor bilemiyorum. Bu sözlerimi 'gençlik alametleri' olarak yorumlayacaklari uyarmak isterim. 'Olgunluk' kelimesini kullanırken dikkatli olmalı. Çünkü çoğu zaman 'çürüme' kelimesiyle karıştırılıyor ya da onun yerine kullanılıyor.

Şiir kültürel etkinliklerden bir etkinlik, aydın meziyetlerden biri olarak algılandığında, ortaya günümüzdeki dergilerin bir çoğunda gördüğümüz gibi yoz, atıl metinler çıkıyor ve bunlar şiir diye yayımlanıyor. Açıkça söylemek gerekirse bugün şiir ve şair seçimlerinin üzerine eş- dost ilişkilerinin, ödül kurumlarının, aydın kaprislerinin, yayınevlerinin estetik dışı kriterlerinin gölgesi düşmüştür. Bir yanda da herkesin merkezde toplanması gibi tuhaf bir durum var. Merkezin talep ettiği şiir belli, çoğu buna uygun şiir yazıyor. Böylece merkez şişiyor ve içinde doksan-yüz şair (!) barındırabiliyor. Uçlarda kimse kalmıyor. Galiba artık pek 'şair' kalmadı ortalıkta, daha çok şiir yazıcıları ve şiir teknisyenleri var. Merkeze doluşma politikada nasıl apolitik bir ortam yaratıyorsa, şiir alanında da apoetik bir hal yaratıyor. Yani herkes aynı poetik anlayışa göre şiir yazıyorsa, ortada poetika falan yoktur ve ortada ciddi bir şey yoksa herkes ciddiymiş gibi yapmak hakkına sahiptir.

80'lerden bu yana yazılan şiir, kelime seçiminden imge düzeneklerine iktidar mantığını içinde taşıyan muhalefet anlayışının terkedilmesine varıncaya dek pek çok darlığın aşılmasında önemli mesafe katetmiştir. Ama bu arada global tahakküm mekanizmalarının varlığını unutmaya, unutturmaya doğru bir yönelim de sözkonusu. Kimilerinin '80'li Yıllar Şiiri' diye adlandırdığı oluşum iktidarın etki alanı dışında, başka, yaban bir şiir ortaya çıkarabilmiş midir? Bence hayır. Hayır, çünkü red cephesinde savaşabilmek için 'tehlike'yi göze almak gerek. 80'li yıllar şairleri genel olarak uslu şairlerdir kendilerini hiç riske atmamışlardır. Her şairin göğüslemek zorunda olduğu 'tehlike'yi yok saymışlardır. Cansever'in bir sözü var: “Ben güzel şiir yazmak istemiyorum” 80'li yıllar şiiri güzeldir ama ölü doğan bir bebeğin güzelliğindedir, ruhtan aridir.

Şimdi birileri sormalı: O ödül töreninden bu ödül törenine, o şiir festivalinden bu şiir festivaline, o dergiden bu gazeteye, bu panelden o taplantıya koşturup duran ve bu yaptıklarını şairliğin gereği sayan tatminsiz insanların nasıl bir şiir yazdığı sorgulanmış mıdır? Sanki şairlere yazdıkları şiire göre değil de başka etkinliklerine göre değer atfediliyor gibi, '80 dönemi bir dolu 'arkadaşlararası şair' çıkarmıştır ve bu 'arkadaşlar' birbirlerinin şiirlerini bile yorumlamaktan acizdir.

Bireyin şiirinin yazıldığını söylüyoruz bu dönemde. Bence bunda olumlanacak bir şey yok. Foucoult'u dikkate almak gerek: "Birey iktidarın ürünüdür. Gerekli olan şey, çoğaltma ve yer değiştirme, çeşitli birimler yoluyla 'bireyi parçalamak'tır." Bugün yazılan şiiri 80'lerden ayıracak olan birey üzerinde yapılan işlemin farklılaşmasıdır.

Dana sinirli, daha koyu, daha şiddete dönük, en ufak bir umut kırıntısı barındırmayan -çünkü umut aptalların ekmeğidir- vecd halinde ya da neden olmasın tripteyken uçurumun kenarına varıp kahkahayı patlatan bir noktaya koymak isterim şiirimi. Mahir Çayan ile Kurt Cobain'i aynı fotoğraf karesinde gülümsetebilecek bir objektif olmak hoşuma giderdi. Tek kılavuzum Rimbaud Sözün bittiği yerde başlayan öteki-söz'ün eşiğine kadar ulaşmış sınırı görmüş bir şair o.

90'lı Yılların Şiiri Dosyası, Hürriyet Gösteri, Ekim-Kasım 1997.