
Sürgün, sürgündür !
İster kaçmış olun, ya da devlet sürmüş olsun, isterseniz de
kendiniz seçmiş olun sürgünde olmayı. Sonuç aynıdır.
Memleket ve dostlar uzaktadırlar.
Sanki İstanbul'da olsam, her gün Enis Batur'u mu arayacağım ? Ya
da her telefon ettiğimde ona "sekreterinin engeleni" mi
aşabileceğim? Ama uzakta olup da görmeyince, düşüyor insanın
aklına böyle...
İstanbul'daki kitaplığınızda duran kitaplarınızın, pek
çoğunu görmezsiniz bile gün içinde, ama işin içine "sürgün"
girip de, kitaplar ulaşılmaz olunca, kitapçı uzakta kalınca;
hergün sevgiyle güler yüzünüze sürgündeki kitaplığınız. Ve
tek tek belirir resimler, gelip de "Merhaba" derler
size. Ayrıntılar, tek tek düşer aklınıza, kimi zaman özlemle
"cız" eder içiniz, kimi zaman da tumturaklı bir küfür yayılır
ağzınızın kenarından, Tophane usulü. Ama "sevgi" yine de ağır
basandır, çünkü özlem sevgiyi çağrıştırdığı gibi,
bağışlamayı da terkisinde taşır.
Birkaç ay öncesinde, Paris'in akşam üstlerinden birisinde,
Fransızların pek yemek yemeğe alışık olmadıkları bir saatte,
St. Germain Mahallesi'nin ara sokaklarında yürüyordum, avare
avare. Aklımda, çözmeyi denediğim bir şiirin ayrıntıları
dolanıyordu, yanımdaki kadının farkında bile değildim.
Birden bire durdu şiir. Yok oldu gitti.
Ne göreyim ? Bizim Enis Batur, oracıkta, bir lokantada, yeni, ressam
zevcesiyle deniz böceklerini ayıklamıyor mu?
Merhabalaştık. Enis, onda bir türlü alışamadığım ve kendinden
menkul aristokratlığı ile yine "soğuktu". Hoş, bana zaman zaman
imzaladığı kitaplarındaki kısa cümlelerine baktığımızda da,
hep cümlesini bitirdikten sonra "sevgi" sözcüğünü "eğreti"
yerleştirdiğini de fark ediyorum.
Neredeyse üç yıldır görmediğim Enis Batur'un
"yahu,
gel... Çek bir iskemle de otur, anlat bakalım... ya da gel
iskemlenin geçmişinden konuşalım !" Demesini beklerdim
ama, bu bekleyiş, aynı Gergedan ve Argos'ta benim yazdıklarımı,
şiirlerimi yayımlayacağı günleri beklememe dönüştü.
Şiir aklımdan kaybolmuş, zamanın, karanlıktaki derinliğine
sürgün gönderilmişti.
(Bu cümle de FOL Sayı 9'daki
Enis Batur'un o pek güzel LUX yazısına naziredir).
***
Enis Batur için bir yazının başına oturmak zor iştir:
- Çünkü Enis, "ayrıntıların" yazarıdır. Şiiriyle
yazılarını birbirinden iyice farklılaştırmış, her birisine
apayrı tadlar yüklemiştir ama aralarındaki "yaşam köprüsünü"
de yıkmamayı başarmıştır. Bu önemli kalemin, yazar - şair
olarak ürettiklerinin yanısıra, yayıncı - editör olarak da
yaptığı ya da ön ayak olduğu nice önemli iş
vardır. Dergiciliğimizin yapı taşlarının yontulmasında hayli
emeği geçmiştir onun. Güneş Gazetesi, muz tüccarı da
olan Asil Nadir'in eline geçtiğinde, Enis'in yakın arkadaşı
Ömer Madra'nın yayın yönetmenliğini yürüttüğü,
P_eki hafta sonu gazetesi, bu alandaki en iyi örneklerdendir
ve Enis'in de buradaki emeği yadsınamaz. Kırkpare'nin doğum yeri
midir P_eki? Bu hafta sonu gazetesi 13 sayı
yaşamıştır.
- Çünkü Enis, sevimsiz bir adamdır. O üzerine yapışık
duran kendinden menkul aristokratlığını bir türlü
bütünleştiremez benliği ile, "paşa çocuğu" olmanın ve
Istanbul'a sonradan gelmenin tüm sıkıntılarını okursunuz
üzerinde. Bu onun kabahati midir? Bunu bilemem, ama Enis bu
yapışık huyunun / durumunun sonucunda Türkçeyi çok yönlü
bilebilmiş, sözcüklere hükmetmiştir. Bu da onun zaman zaman
okurundan / okurdan kopmasına, okurunu belirlemek için de onu
"tanımlamaya" kalkışmasına neden olmuştur. Ama sonunda, onun
tanımına uysun ya da uymasın tüm okurlarla buluşabilmiştir. Bu
da iyi yazar - iyi şair olmasının doğal sonucudur.
- Çünkü Enis'in, ödün vermediği ilkeleri
vardır. Yetmişli yıllarda, Ankara Kavaklıdere'deki evlerine
(Figen ile) uğradığım bir gün, görkemli koltuklarına
gömülmüş, Ertuğrul Özkök ile derin bir sohbetteydiler. O
zamanlar üniversitede öğretim üyeliği yapmakta olan Özkök
(şimdi Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmenidir)
onun en yakın arakadaşlarından birisiydi. Aradan yıllar geçip de,
Ertuğrul'un yeryüzü duruşu değişime uğrayınca (insandır,
olabilir), Enis bu dostluğu "ölüm" ile adlandırmaktan
çekinmedi. Bu ve buna benzer olaylar, onun kendi adına kurduğu
dünyasından asla ödün vermeyeceğinin belgeleri olarak
vardır.
Nerden bakarsanız bakın, otuz yıla yaklaşan Enis Batur'u
gözlemleme sürecinde, "insan"a yakışan eğriler çizmiştir o,
benim görebildiğim, algılayabildiğim düzlemde. Yani Enis Batur
doğruları ve yanlışları ile vardır.
Enis'in en önemli yanlarından birisi de, kendi öznel eleğinden (ki
bu çok ince ayarlıdır) eleyip de, sevdiği yazarları yeryüzünde
tutma başarısıdır. Yani yayıncılığı ve
editörlüğü. Vüs'at O. Bener'in "Biraz da ağla Dekartes"
öyküsünü israrla YAZI Dergisi'ne istemesi, yazmaya uzun zaman ara
vermiş olan
(o yıllarda)dil ustasını yeniden gündeme
getirmiş ve pek çok yeni yazılar hatta bir de şiir kitabı
yazmasına neden olmuştur.
Şiirdeki "İkinci Yeni"nin bu özgün kalemini, ne kadar kızarsam
kızayım hep sevgiyle anacağım.